Metafizik Nedir?

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Metin MF

Metin MF

Üye
    Konu Sahibi
Metafizik Nedir?
Çoğumuzun hayatında metafizik öğeler
düşünsel anlamda mevcut. Bu şekilde
yaşıyoruz hayatı, her gün beş vakit
ezan sesi duyuyoruz, büyüler ve
tanrılar barındıran oyunlar oynuyor,
kitaplar okuyor, filmler seyrediyoruz.
Dinlediğimiz müzikte bile var metafizik
öğeler. Peki nedir bu metafizik ve
metafizik düşünce? Nerde doğmuştur,
nasıl gelişmiştir ve tarih boyunca
insanlığı nasıl etkilemiştir. Bu soruların
cevapları için Orhan Hançerlioğlu’nun
felsefe ansiklopedisinden bir alıntı
yaptık. İyi okumalar…
Metafizik… Eskiyi korumaya çalışan
dünya görüşü.
Yunanca sonra, öte, üst anlamlarına
gelen meta sözcüğüyle doğa ve
özdeksel olan anlamlarını veren
phusika sözcüğünden meydana
gelmiştir metafizik kelimesi. Sözcük
olarak doğaötesi anlamına gelsede,
dilimizde sıksık doğaüstü terimiyle
karıştırılmaktadır. (Osmanlıca
çevirilerde her ikisi için de
mafevkattabii deyimi kullanılmakla
kimi yerde bu iki deyim birbirine
karışmıştır). Türkçemize fizikötesi
deyimiyle geçmiştir, metafizik deyimi
de kullanılmaktadır. Deyimi ilkin İ.Ö. 1.
yüzyılda Rodos’lu Adronikos kullanmış
ve Aristoteles’in ders kitaplarını
sıralarken doğabilgisi derslerinden
sonra gelen on dört kitabına Meta
phusika adını vermişti. Nitekim bu
kitaplarına Aristoteles de duyularla
kavranan bilgi (fizik)nin üstünde
saydığı usla kavranan bilgi’yi
kapsadıklarından ötürü ilk felsefe adını
vermiş bulunuyordu. Aristoteles için bu
felsefenin ilk’liği, bütün bilimler için
gerekli ilkeleri incelemesinden ve
saptamaya çalışmasındandı. Görüldüğü
gibi metafizik, ilk kullanımda da fiziğin
üstünde, ötesinde ya da dışında sayılan
düşünceyle iliğili, düşünsel bir anlam
taşımaktadır. İşte bu anlam onu
düşüncecilik (idealizm) ve ruhçulukla
(spiritüalizm) kaynaştırmış ve gerici bir
dünya görüşü olarak oluşturmuştur.
Yunan yapıtlarının slam düşünürü İbni
Rüşt dolayısıyla Batı’da tanınmasından
sonra bu kitaplara 14. yüzyılda
skolastiklerce metapyysica adı verildi
ve Yunanca deyim böylece
Latinceeştirildi. Metafizik deyimi
yüzyıllar boyunca, hep doğadışı
niteliğini sürdürerek, çeşitli zamanlarda
felsefe (Filozofi), tanrıbilim (Teoloji),
varlıkbilim (Ontoloji) ve bilgibilim
(Epistemoloji) deyimleriyle anlamdaş
kılınmıştır. Bu anlamdaşlık tanrıbilim
dışındaki (çünkü tanrıbilim yapısı
gereği metafiziktir) teki bilimleri
metafizik yapılı saymaktan ve metafizik
yapıya sokmaktan ötürüdür. Giderek
nesne ve olguları değişmez,
birbirinden bağımsız olarak ele alan bir
düşünce yöntemine dönüşen metafizik,
bilimsel temelden yoksun bir görüş ve
anlayışı dile getirir. Bu durumuyla da,
kurgusal görüşler ve varlığın duyularla
algılanamayan kendiliği üstüne
varsayılan yapıntılar olarak, günümüze
kadar sürüp gelmiştir. Metafizik
deyimini ilk kez Alman düşünürü Hegel
eytişim karşıtı (anti diyalektik)
anlamında kullanmıştır. Ne var ki
Hegel’in eytişimi, düşünceci
metafiziğin karşısına çıktığı halde,
düşünceci bir eytişimdi. Bu eytişim,
metafiziğin her bakımdan tam karşıtı
olarak, Alman düşünürleri Marx ve
Engels tarafından özdeksel temeline
oturtulmuştur. Yeniyi oluşturan dünya
görüşünü dile getiren eytişim’in tam
karşıtı bulunan metafizik, bir bilgi
edinme yöntemi olmaktan çok daha
geniş bir anlamda, dinsel ve siyasi
amaçlara yönelmiş sakat ve yanılgılı bir
dünya görüşüdür. Metafizikçilerce
“varlığın temelleri, özü ve anlamı
üstüne öğreti” olarak tanımlanır.
Metafizik deyiminin doğayı aşan
anlamını ilk kez vurgulayan Yeni
Platoncular olmuştur. Olguculara göre
de kendilerinden önceki tüm felsefe
metafizik’tir. Olguculuğun tanımına
göre metafizik “deneye başvurmayan,
bilim için erişilmez sorunlar üstünde
kısır ve skolastik akıl yürütmelerdir”.
Sıfat olarak metafizik deyimi, duyumlar
üstü ve eytişime, tarihe aykırı
anlamlarını dile getirir.
Metafiziğin temeli Antikçağın ünlü
değişirlikle değişmezlik
tartışmasındadır. İlk düşünceler varlığın
temelini aramışlar ve bunu hep canlı,
bir değişme süreci içinde bulmuşlardı.
İlkin Kolphon’lu Ksenofanes (İ.Ö.
569-477) değişmezlik sorununu
tanrıbilimsel alanda öne sürdü ve
değişmez nitelikte tek bir tanrı
tasarımladı. Görüldüğü gibi,
değişmezlik sorunu ya da devimsizlik
düşüncesi tanrı düşüncesiyle kökten
bağımlıdır. Metafiziğin kaderi de
yüzyıllar boyunca bu bağımlılıklar
çizilecektir. Kenofanes’i izleyen
Parmenides, değişmezlik savımı
geliştirerek onu varlığın temeli yaptı ve
değişirliği duylarımızın bir kusuru yaptı.
Parmenides’e gelinceye kadar bütün
düşünürler doğal deneyler üstünde
düşünmüşlerdi. İlkin Parminedes
deneyleri bir kenara bırakarak gerçeğe,
salt düşünceye ulaşmak istedi.
Görüldüğü gibi devimsizlik düşüncesi
deney dışılıkla kökten bağlıdır.
Metafiziğin kaderini bu bağlılıkta
etkileyecektir. Böylelikle daha
Antikçağım ilk düşüncelerinde
metafiziğin bu iki önemli niteliği
belirmiş oluyordu: Devimsizlik ve
deney dışılık. Metafiziğin bu iki önemli
niteliği günümüze gelinceye kadar
değişmemiştir. Parminedes’in
değişmez bir savıyla metafizik doğmuş
oluyordu. Parminedes’i izleyen öteki
Elea’lılar (Melissos, Zenon, Gorgias) bu
savı daha da pekiştirdiler. Daha sonra
Platon düşünce’yi tanrılaştırdı.
Aristolteles de, kendi katkılarıyla
birlikte, bütün bu düşünceyle kavranan
ilkeler’e ilk felsefe adını verdi. İ.Ö. 1.
yüzyılda Rodos’lu Andronikos’un meta
taphusika (metafizik) adını verdiği
Aristoteles yapıtları bu ilk felsefe’yi
kapsayan yapıtlardır. Aristoteles bu on
dört kitabında Thales’ten Platon’a
kadar bütün varlık öğretilerini inceler
ve varlığın özdeksel nedenlere
bağlanmasını eleştirir. Metafizik adını
sonrada alacak olan ilk felsefe’yi “varlık
olarak varlık ya da varlığın ilkeleriyle
nedenlerinin ve onun temel
niteliklerinin bilimi” olarak tanımlar.
Metafiziğin ilk tanımı budur. Aristoteles
sorar: Bir at attır, onun at olmasını,
eşdeyişi ile varlığın neyse öyle olmasını
sağlayan nedir? Görüldüğü gibi
metafizik daha ilk adımlarında düşünce
ile tanımlama, eşdeyişle bir mantık işi
olmaktadır. Metafizik, bu nitelini,
mantıkçı olgucuların elinde,
günümüzde de sürdürmektedir.
Metafizik, hiçbir çelişmeye yer
vermeksizin, nedir’in bilimidir. Bunu
sağlamak için de daha ilk adımda,
çelişmezlik belitlerini saptamak
zorundadır. Aristoteles’in mantığı bu
zorundalıktan doğmuştur.
Metafiziğin temel öğeleri Antik çağda
belirmiş ve saptanmış bulunuyordu.
Bunlar: değişmezlik, devinimsizlik,
tanrılık, deney dışılık, salt düşünceyle
kavranılırlık, mantıksallıktı. Yoğun bir
tanrısallığın egemen olduğu ortaçağ
düşüncesi, tanrıbilimini kolayca bu
temeller üzerine oturtabilirdi. Nitekim
de öyle oldu ve metafizik deyimi
tanrıbilim’le anlamdaş kılındı.
Ortaçağda felsefe deyimi de bu
anlamdaşlığa katılmıştır; çünkü bu
çağda felsefenin konusu bütünüyle
metafizik, eşdeyişle Aristoteles’in ilk
felsefe adını verdiği kitaplarda –ki bu
kitaplara sonradan metafizik adı
verilmiştir- işlediği konulardı. Ne var ki
metafizikle gerek felsefe, gerek
tanrıbilim arasında önemli yöntem
farları vardı. Metafiziğin deney ve doğa
dışılığına karşı tanrıbilim vahiy ve
inanla açılıyordu. Metafizik dünya
görüşü dünya çapında skolastik
Hıristiyan düşüncesiyle ermiştir.
Ortaçağ egemenliği tümyle Hıristiyan
kilisesinin elindedir. Hıristiyan kilisesine
göre dinsel dogmaların dışında hiçbir
bilim yoktur, tek gerçek dinsel
dogmalardır. Bu alanda felsefe yapmak,
dinsel dogmaları açıklamaya ve
doğrularını tanıtmaya çalışmaktan
ibarettir. Birçok aydın düşünceleri
kapsadığı halde ortaçağa karanlık çağ
adı verilmesinin nedeni budur.
Tümüyle metafizik temele dayanan
ortaçağ Hıristiyan skolastiğinin
kurucusu Scottus Eriguena (833-880),
geliştiricileri Anselmus (1033-1109),
Petrus Abaelardus (1079-1142),
Aquino’lu Saint-Thomas (1224-1274),
Duns Scotus (1274-1308)’tür.
Eriugena’ya göre Tanrı salt yokluk,
sonsuzdan gelip sonsuza giden sırdır.
Anselmus’a göre bizler inanmak için
düşünmüyoruz, tam tersine düşünmek
için inanıyoruz; inan her türlü
tartışmadan önce gelir, inanılacak olan
tek güz de bütün varlıkların varlıklarını
kendisinden aldıkları biricik varlık olan
Tanrıdır. Abaelardus, Augustinus’un
Anlamak için inanıyorum ilkesini
eleştirmekle beraber, vahyedilmiş
gerçekle ussal gerçeği bir ve aynı
sayar; konseptüalizmi ortaya atarak
nominalizmle realizm arasındaki
çekişmeyi uzlaştırmaya çalışır,
tümellerin ussal ürünler olduğunu
savunur. Aristoteles’ci Thomas’a göre
doğa bir aşamalar sırasıdır (hiyerarşi),
her aşama bir yukardakinin maddesi ve
bir aşağıdakinin biçimidir (form), bu
yüzden de doğasal düzenin Tanrısal
düzene oranı eylemin güce oranı
gibidir. Scotus’a göre doğa üstü sesler,
sözler, yazılar olmasaydı, insanlar hiç
bir bilgi edinemezlerdi; iyi doğru ve
güzeldirler; kutsal kitaba inanılmalıdır,
çünkü akla uygundur.
16. yızyıldan sonra metafizik deyimi,
varlıkbilim anlamında kullanıldı. Ne var
ki bu varlık, “duyularla kavranılanın
dışındaki varlık” ve “görünüşlerin
ardındaki kendilik” olarak ele
alınıyordu. Hegel’e gelinceye kadar bu
çağın metafiziği de, ortaçağ metafiziği
gibi, bilimsel temelden yoksun
kurgusal görüşler ve varlığın duyularla
algılanmayana kendiliği üstüne
varsayılan yapıntılar olarak sürüp
gitmiştir. Metafizik deyimi, ruhçuluk
temelinde birleşen şu anlamları da
kapsar: Duyularla kavranılanların
dışındaki varlıkların bilgisi (Bossuet),
kendiliğinde şey’in bilgisi (Kant),
doğanın ardında gizlenen ve ona imkan
veren varlık bilgisi (Schopenhaurer),
mutlak bilgisi (Liard), hadsi bilgi
(Bergson), ussal bilgi (Franck), madde
olmayanın bilgisi (Voltaire) son erek
bilgisi (Bacon) bütünü bilme isteği
(Eucken), doğasal ve biçimsel
olmayanın bilgisi (Descartes), inakçı
bilgi (Wolf), varlık yasalarını bulmak
için düşünen benliğin bilgisi (Leibniz).
Metafizik dünya görüşü, Rönesans
çağında doğa bilimlerinin
güçlenmesiyle büyük gücünü
yitirmiştir. Metafizik sistemin son
büyük düşünürü, evrensel oluşmanın
düşünceden doğduğunu ve gelişmesi
sonunda kendi bilincine erişeceğini
savunan Hegel’dir. Metafizik deyimine
ilk kez eytişim karşıtı (anti diyalektik)
anlamını veren de Hegel olmakla
beraber idealist bir eytişim
geliştirdiğinden ötürü Hegel, temelde,
metafizik düşünme ve araştırma
yöntemine bağlı kalmıştır.
 
melancholy11

melancholy11

Üye
Çoğumuzun hayatında metafizik öğeler
düşünsel anlamda mevcut. Bu şekilde
yaşıyoruz hayatı, her gün beş vakit
ezan sesi duyuyoruz, büyüler ve
tanrılar barındıran oyunlar oynuyor,
kitaplar okuyor, filmler seyrediyoruz.
Dinlediğimiz müzikte bile var metafizik
öğeler. Peki nedir bu metafizik ve
metafizik düşünce? Nerde doğmuştur,
nasıl gelişmiştir ve tarih boyunca
insanlığı nasıl etkilemiştir. Bu soruların
cevapları için Orhan Hançerlioğlu’nun
felsefe ansiklopedisinden bir alıntı
yaptık. İyi okumalar…
Metafizik… Eskiyi korumaya çalışan
dünya görüşü.
Yunanca sonra, öte, üst anlamlarına
gelen meta sözcüğüyle doğa ve
özdeksel olan anlamlarını veren
phusika sözcüğünden meydana
gelmiştir metafizik kelimesi. Sözcük
olarak doğaötesi anlamına gelsede,
dilimizde sıksık doğaüstü terimiyle
karıştırılmaktadır. (Osmanlıca
çevirilerde her ikisi için de
mafevkattabii deyimi kullanılmakla
kimi yerde bu iki deyim birbirine
karışmıştır). Türkçemize fizikötesi
deyimiyle geçmiştir, metafizik deyimi
de kullanılmaktadır. Deyimi ilkin İ.Ö. 1.
yüzyılda Rodos’lu Adronikos kullanmış
ve Aristoteles’in ders kitaplarını
sıralarken doğabilgisi derslerinden
sonra gelen on dört kitabına Meta
phusika adını vermişti. Nitekim bu
kitaplarına Aristoteles de duyularla
kavranan bilgi (fizik)nin üstünde
saydığı usla kavranan bilgi’yi
kapsadıklarından ötürü ilk felsefe adını
vermiş bulunuyordu. Aristoteles için bu
felsefenin ilk’liği, bütün bilimler için
gerekli ilkeleri incelemesinden ve
saptamaya çalışmasındandı. Görüldüğü
gibi metafizik, ilk kullanımda da fiziğin
üstünde, ötesinde ya da dışında sayılan
düşünceyle iliğili, düşünsel bir anlam
taşımaktadır. İşte bu anlam onu
düşüncecilik (idealizm) ve ruhçulukla
(spiritüalizm) kaynaştırmış ve gerici bir
dünya görüşü olarak oluşturmuştur.
Yunan yapıtlarının slam düşünürü İbni
Rüşt dolayısıyla Batı’da tanınmasından
sonra bu kitaplara 14. yüzyılda
skolastiklerce metapyysica adı verildi
ve Yunanca deyim böylece
Latinceeştirildi. Metafizik deyimi
yüzyıllar boyunca, hep doğadışı
niteliğini sürdürerek, çeşitli zamanlarda
felsefe (Filozofi), tanrıbilim (Teoloji),
varlıkbilim (Ontoloji) ve bilgibilim
(Epistemoloji) deyimleriyle anlamdaş
kılınmıştır. Bu anlamdaşlık tanrıbilim
dışındaki (çünkü tanrıbilim yapısı
gereği metafiziktir) teki bilimleri
metafizik yapılı saymaktan ve metafizik
yapıya sokmaktan ötürüdür. Giderek
nesne ve olguları değişmez,
birbirinden bağımsız olarak ele alan bir
düşünce yöntemine dönüşen metafizik,
bilimsel temelden yoksun bir görüş ve
anlayışı dile getirir. Bu durumuyla da,
kurgusal görüşler ve varlığın duyularla
algılanamayan kendiliği üstüne
varsayılan yapıntılar olarak, günümüze
kadar sürüp gelmiştir. Metafizik
deyimini ilk kez Alman düşünürü Hegel
eytişim karşıtı (anti diyalektik)
anlamında kullanmıştır. Ne var ki
Hegel’in eytişimi, düşünceci
metafiziğin karşısına çıktığı halde,
düşünceci bir eytişimdi. Bu eytişim,
metafiziğin her bakımdan tam karşıtı
olarak, Alman düşünürleri Marx ve
Engels tarafından özdeksel temeline
oturtulmuştur. Yeniyi oluşturan dünya
görüşünü dile getiren eytişim’in tam
karşıtı bulunan metafizik, bir bilgi
edinme yöntemi olmaktan çok daha
geniş bir anlamda, dinsel ve siyasi
amaçlara yönelmiş sakat ve yanılgılı bir
dünya görüşüdür. Metafizikçilerce
“varlığın temelleri, özü ve anlamı
üstüne öğreti” olarak tanımlanır.
Metafizik deyiminin doğayı aşan
anlamını ilk kez vurgulayan Yeni
Platoncular olmuştur. Olguculara göre
de kendilerinden önceki tüm felsefe
metafizik’tir. Olguculuğun tanımına
göre metafizik “deneye başvurmayan,
bilim için erişilmez sorunlar üstünde
kısır ve skolastik akıl yürütmelerdir”.
Sıfat olarak metafizik deyimi, duyumlar
üstü ve eytişime, tarihe aykırı
anlamlarını dile getirir.
Metafiziğin temeli Antikçağın ünlü
değişirlikle değişmezlik
tartışmasındadır. İlk düşünceler varlığın
temelini aramışlar ve bunu hep canlı,
bir değişme süreci içinde bulmuşlardı.
İlkin Kolphon’lu Ksenofanes (İ.Ö.
569-477) değişmezlik sorununu
tanrıbilimsel alanda öne sürdü ve
değişmez nitelikte tek bir tanrı
tasarımladı. Görüldüğü gibi,
değişmezlik sorunu ya da devimsizlik
düşüncesi tanrı düşüncesiyle kökten
bağımlıdır. Metafiziğin kaderi de
yüzyıllar boyunca bu bağımlılıklar
çizilecektir. Kenofanes’i izleyen
Parmenides, değişmezlik savımı
geliştirerek onu varlığın temeli yaptı ve
değişirliği duylarımızın bir kusuru yaptı.
Parmenides’e gelinceye kadar bütün
düşünürler doğal deneyler üstünde
düşünmüşlerdi. İlkin Parminedes
deneyleri bir kenara bırakarak gerçeğe,
salt düşünceye ulaşmak istedi.
Görüldüğü gibi devimsizlik düşüncesi
deney dışılıkla kökten bağlıdır.
Metafiziğin kaderini bu bağlılıkta
etkileyecektir. Böylelikle daha
Antikçağım ilk düşüncelerinde
metafiziğin bu iki önemli niteliği
belirmiş oluyordu: Devimsizlik ve
deney dışılık. Metafiziğin bu iki önemli
niteliği günümüze gelinceye kadar
değişmemiştir. Parminedes’in
değişmez bir savıyla metafizik doğmuş
oluyordu. Parminedes’i izleyen öteki
Elea’lılar (Melissos, Zenon, Gorgias) bu
savı daha da pekiştirdiler. Daha sonra
Platon düşünce’yi tanrılaştırdı.
Aristolteles de, kendi katkılarıyla
birlikte, bütün bu düşünceyle kavranan
ilkeler’e ilk felsefe adını verdi. İ.Ö. 1.
yüzyılda Rodos’lu Andronikos’un meta
taphusika (metafizik) adını verdiği
Aristoteles yapıtları bu ilk felsefe’yi
kapsayan yapıtlardır. Aristoteles bu on
dört kitabında Thales’ten Platon’a
kadar bütün varlık öğretilerini inceler
ve varlığın özdeksel nedenlere
bağlanmasını eleştirir. Metafizik adını
sonrada alacak olan ilk felsefe’yi “varlık
olarak varlık ya da varlığın ilkeleriyle
nedenlerinin ve onun temel
niteliklerinin bilimi” olarak tanımlar.
Metafiziğin ilk tanımı budur. Aristoteles
sorar: Bir at attır, onun at olmasını,
eşdeyişi ile varlığın neyse öyle olmasını
sağlayan nedir? Görüldüğü gibi
metafizik daha ilk adımlarında düşünce
ile tanımlama, eşdeyişle bir mantık işi
olmaktadır. Metafizik, bu nitelini,
mantıkçı olgucuların elinde,
günümüzde de sürdürmektedir.
Metafizik, hiçbir çelişmeye yer
vermeksizin, nedir’in bilimidir. Bunu
sağlamak için de daha ilk adımda,
çelişmezlik belitlerini saptamak
zorundadır. Aristoteles’in mantığı bu
zorundalıktan doğmuştur.
Metafiziğin temel öğeleri Antik çağda
belirmiş ve saptanmış bulunuyordu.
Bunlar: değişmezlik, devinimsizlik,
tanrılık, deney dışılık, salt düşünceyle
kavranılırlık, mantıksallıktı. Yoğun bir
tanrısallığın egemen olduğu ortaçağ
düşüncesi, tanrıbilimini kolayca bu
temeller üzerine oturtabilirdi. Nitekim
de öyle oldu ve metafizik deyimi
tanrıbilim’le anlamdaş kılındı.
Ortaçağda felsefe deyimi de bu
anlamdaşlığa katılmıştır; çünkü bu
çağda felsefenin konusu bütünüyle
metafizik, eşdeyişle Aristoteles’in ilk
felsefe adını verdiği kitaplarda –ki bu
kitaplara sonradan metafizik adı
verilmiştir- işlediği konulardı. Ne var ki
metafizikle gerek felsefe, gerek
tanrıbilim arasında önemli yöntem
farları vardı. Metafiziğin deney ve doğa
dışılığına karşı tanrıbilim vahiy ve
inanla açılıyordu. Metafizik dünya
görüşü dünya çapında skolastik
Hıristiyan düşüncesiyle ermiştir.
Ortaçağ egemenliği tümyle Hıristiyan
kilisesinin elindedir. Hıristiyan kilisesine
göre dinsel dogmaların dışında hiçbir
bilim yoktur, tek gerçek dinsel
dogmalardır. Bu alanda felsefe yapmak,
dinsel dogmaları açıklamaya ve
doğrularını tanıtmaya çalışmaktan
ibarettir. Birçok aydın düşünceleri
kapsadığı halde ortaçağa karanlık çağ
adı verilmesinin nedeni budur.
Tümüyle metafizik temele dayanan
ortaçağ Hıristiyan skolastiğinin
kurucusu Scottus Eriguena (833-880),
geliştiricileri Anselmus (1033-1109),
Petrus Abaelardus (1079-1142),
Aquino’lu Saint-Thomas (1224-1274),
Duns Scotus (1274-1308)’tür.
Eriugena’ya göre Tanrı salt yokluk,
sonsuzdan gelip sonsuza giden sırdır.
Anselmus’a göre bizler inanmak için
düşünmüyoruz, tam tersine düşünmek
için inanıyoruz; inan her türlü
tartışmadan önce gelir, inanılacak olan
tek güz de bütün varlıkların varlıklarını
kendisinden aldıkları biricik varlık olan
Tanrıdır. Abaelardus, Augustinus’un
Anlamak için inanıyorum ilkesini
eleştirmekle beraber, vahyedilmiş
gerçekle ussal gerçeği bir ve aynı
sayar; konseptüalizmi ortaya atarak
nominalizmle realizm arasındaki
çekişmeyi uzlaştırmaya çalışır,
tümellerin ussal ürünler olduğunu
savunur. Aristoteles’ci Thomas’a göre
doğa bir aşamalar sırasıdır (hiyerarşi),
her aşama bir yukardakinin maddesi ve
bir aşağıdakinin biçimidir (form), bu
yüzden de doğasal düzenin Tanrısal
düzene oranı eylemin güce oranı
gibidir. Scotus’a göre doğa üstü sesler,
sözler, yazılar olmasaydı, insanlar hiç
bir bilgi edinemezlerdi; iyi doğru ve
güzeldirler; kutsal kitaba inanılmalıdır,
çünkü akla uygundur.
16. yızyıldan sonra metafizik deyimi,
varlıkbilim anlamında kullanıldı. Ne var
ki bu varlık, “duyularla kavranılanın
dışındaki varlık” ve “görünüşlerin
ardındaki kendilik” olarak ele
alınıyordu. Hegel’e gelinceye kadar bu
çağın metafiziği de, ortaçağ metafiziği
gibi, bilimsel temelden yoksun
kurgusal görüşler ve varlığın duyularla
algılanmayana kendiliği üstüne
varsayılan yapıntılar olarak sürüp
gitmiştir. Metafizik deyimi, ruhçuluk
temelinde birleşen şu anlamları da
kapsar: Duyularla kavranılanların
dışındaki varlıkların bilgisi (Bossuet),
kendiliğinde şey’in bilgisi (Kant),
doğanın ardında gizlenen ve ona imkan
veren varlık bilgisi (Schopenhaurer),
mutlak bilgisi (Liard), hadsi bilgi
(Bergson), ussal bilgi (Franck), madde
olmayanın bilgisi (Voltaire) son erek
bilgisi (Bacon) bütünü bilme isteği
(Eucken), doğasal ve biçimsel
olmayanın bilgisi (Descartes), inakçı
bilgi (Wolf), varlık yasalarını bulmak
için düşünen benliğin bilgisi (Leibniz).
Metafizik dünya görüşü, Rönesans
çağında doğa bilimlerinin
güçlenmesiyle büyük gücünü
yitirmiştir. Metafizik sistemin son
büyük düşünürü, evrensel oluşmanın
düşünceden doğduğunu ve gelişmesi
sonunda kendi bilincine erişeceğini
savunan Hegel’dir. Metafizik deyimine
ilk kez eytişim karşıtı (anti diyalektik)
anlamını veren de Hegel olmakla
beraber idealist bir eytişim
geliştirdiğinden ötürü Hegel, temelde,
metafizik düşünme ve araştırma
yöntemine bağlı kalmıştır.
hiç okumadım ama bunun kısaltılmışı fizik konunlarına göre açıklanamayan olaylar :D
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt