Kıta felsefesi nedir?

Sponsorlu Bağlantılar

ANIL

ANIL

Admin
    Konu Sahibi
Kıta felsefesi nedir?
Kıta felsefesi, Avrupa'daki 19. ve 20. yüzyıl felsefe geleneklerini tanımlamakta kullanılan terim. 20. yüzyılın ikinci yarısında anadili İngilizce olan filozoflar tarafından, analitik felsefenin dışında kalan görüş ve düşünceler için kullanılmaya başlanmıştır. Kıta felsefesi, şu akımları içinde barındırır: Alman idealizmi, fenomenoloji, varoluşçuluk (Kierkegaard veNietzsche'ninki gibi önceki düşüncelerle birlikte), yorumsama, yapısalcılık, postyapısalcı felsefe, Fransız feminizmi, Frankfurt Okulu'nun eleştirel teorisi ve Batı Marksizmi ilepsikoanalitik teorinin ilgili alanları.

"Analitik felsefe" gibi, "Kıta felsefesi" teriminin de açık bir tanımı yoktur ve diğer felsefî görüşlerle oldukça az aile benzerliğine sahiptir. İngiliz filozof Simon Glendinning; bu terimin aslen betimlemeden ziyade, analitik felsefeciler tarafından reddedilen ve beğenilmeyen Batı felsefesi akımlarını işaret eden küçültücü bir fonksiyonu olduğunu öne sürmüştür.

Kavram
Yukarıda anlatılan anlamda "Kıta felsefesi" kavramı, geniş çapta ilk olarak İngilizce konuşan filozoflar tarafından 1970'li yıllarda; Fransa ve Almanya'da yayılan fenomenoloji, varoluşçuluk, yapısalcılık ve postyapısalcılığın ortak adı olarak üniversite kürsülerini tanımlamak için kullanıldı.

Diğer yandan yakın anlamıyla kullanılan kavram, John Stuart Mill'in Samuel Taylor Coleridge hakkında yazdığı; Kant felsefesinden etkilenen "Kıta felsefesi" ve "Kıta filozofları" düşüncesini, Jeremy Bentham'ın ve genel olarak 18. yüzyılın İngiliz deneyciliğiyle karşılaştırdığı yazıya, 1840 yılına dayandırılabilir. Bu kavram; Bertrand Russell ve George Edward Moore'nin mantıksal analiz kullanarak doğa bilimleri ile felsefe için sıkı bir ittifak vizyonu oluşturmalarıyla 20. yüzyılda önem kazandı. Geniş bir çevrece "analitik felsefe" olarak benimsenen bu gelenek, Britanya ve Amerika'da 1930'dan itibaren baskın duruma geldi. Russell ve Moore, Hegelcilik akımı ile yakın felsefî bağlantılarını reddederek, bunu kendi hareketlerinin ayırt edici özelliği haline getirdiler. 1945 yılındaki bu ayrım ile Russell, "Kıtasal ve İngiliz olarak ayırt edilebilinir iki farklı felsefe okulu" ortaya çıkardı.

1970'li yıllardan beri Amerika ve Britanya'daki pek çok filozof, Immanuel Kant ve sonrasındaki Kıta filozofları ile ilgilenmeye başladı ve çoğu Avrupa ülkesindeki felsefî gelenekler de benzer şekilde "analitik" akımın boyutlarıyla bir bütün olarak ele alındı. Fransa'da Jules Vuillemin, Vincent Descombes, Gilles Gaston Granger, François Recanati ve Pascal Engelgibi filozofların dahil olduğu analitik felsefe ilerlerken; benzer şekilde Birleşik Krallık, Kuzey Amerika, Avustralya'daki üniversitelerin felsefe bölümlerinde de kendini "Kıta filozofu" olarak tanımlayanlar bulunmaktadır. Bu nedenle "Kıta felsefesi", coğrafî bir ayrımdan ziyade bir felsefî gelenek ve etkiler dizesini tanımlamakta kullanılır.

Tarihçesi
Daha dar anlamda Kıta felsefesi tarihinin Alman idealizmi ile başladığı düşünülür. Simon Critchley ve Robert C. Solomon ise Kıta felsefesinin kökenini bir dönem daha geriye, Jean-Jacques Rousseau'nun çalışmalarına dayandırır. Johann Gottlieb Fichte, Friedrich Schelling ve sonradan Hegel'in öncülüğünde Alman idealizmi; 1780 ve 90'lı yıllarda Immanuel Kant'ın çalışmalarından esinlenilerek ortaya konulmuş, romantizm düşüncesi ve Aydınlanma Çağı'nın devrimci politikaları ile sıkıca ilişkilendirildi. Yukarıda anılan merkezî figürlerin yanı sıra Friedrich Heinrich Jacobi, Gottlob Ernst Schulze, Karl Leonhard Reinhold ve Friedrich Daniel Ernst Schleiermacher'in de Alman idealizmine önemli katkıları oldu.

"Kıta felsefesi"nin geleneksel kökeninin pek çok bağlamda fenomenolojiye dayanması nedeniyle Edmund Husserl de, Kıta felsefesi için genel geçer bir figür olmanın yanı sıra analitik gelenek için de kabul edilmiş bir kişidir. Husserl'in ortaya koyduğu kavram olan noema (düşüncenin psikolojik olmayan özü), Gottlob Frege ile yazışmaları ve mantık doğasına yönelik yaptığı çalışmalar, analitik filozoflar arasında ilgi uyandırmaktadır.

José Guilherme Merquior, analitik felsefe ile kıta felsefesi arasındaki ayrımın ilk olarak; bilimsel farkındalığı ve sezgisinin yüksekliği ile varoluşçuluğa zemin hazırlayan Henri Bergson(1859-1941) tarafından açıklığa kavuşturulduğunu ileri sürdü: "Fransa'daki en saygın felsefî düşünce, (Anglo-Cermen analitik okullardan) çok farklı bir hâl aldı. Bütün bunun Henri Bergson ile başladığı söylenebilir."

1930'lu yıllarda Nasyonal sosyalizmin yükselişiyle; Almanya'daki Yahudi filozoflar ile Viyana Çevresi'nde ve Frankfurt Okulu'ndaki gibi liberal politika yanlısı filozofların çoğu, İngilizce konuşulan ülkelere kaçtı. Kalan filozofların, üniversitelerin idaresini ele alan Nazi yönetimini kabullenmeleri gerekti. Almanya'da kalarak en çok öne çıkan filozoflardan biri olanMartin Heidegger'in dahil olduğu diğer bir grup ise iktidara gelmesiyle nasyonal sosyalizmi benimsediler.

II. Dünya Savaşı'nın hem öncesinde, hem de sonrasında; Fransa'da Alman felsefesine ilgi büyüdü. Komünizme duyulmaya başlanan ilgi, Üçüncü Fransa Cumhuriyeti'nin yükseköğretim politika programlarında ilk defa yoğunca işlenen Marx ve Hegel ilgisine dönüştü. Aynı zamanda Husserl ve Heidegger'in fenomenolojik felsefesi de, Fransız felsefesindeki çeşitli farklı düşüncelerle sağladığı uyum nedeniyle gitgide etkili olmaya başladı. Fenomenolojinin bu popülerliğinin en büyük nedeni, kendi felsefesini varoluşçulukolarak tanımlayan yazar ve filozof Jean-Paul Sartre'dir.

Karakteristik
Michael E. Rosen, Kıta felsefesinin karakteristiğindeki ortak konuları tanımlamıştır.
  • Öncelikle Kıta filozofları, görüngüleri anlamanın tek ve en doğru yöntemi olarak doğa bilimlerini ele alan bilimciliği genellikle reddederler. Onlara göre bilim, "yaşantı öncesi ön-teorik bir alt katmana" ihtiyaç duyar ve bilimsel metodlar, bu bildirişimselliği tamamen anlamak için yeterli değildir.
  • İkinci olarak Kıta felsefesi, bu bildirişimi genellikle bağlam, zaman ve mekan, dil, kültür veya tarih değişkenleriyle ele alır ve bu nedenle tarihselciliğe meyillidir. Kıta felsefesine göre felsefî bir argüman, tarihsel ortaya çıkışının metinsel ve bağlamsal boyutlardan ayrılamaz.
  • Üçüncü olarak Kıta felsefesi; bilinçli insanın, muhtemel yaşantının bu bildirişimini değiştirebileceğini varsayar: "Eğer insan yaşantısı rastlantısal bir yaratılış ise o, başka şekillerde yeniden yaratılabilir." Bu nedenle Kıta filozofları, teori ile pratiğin bütünlüğü ve onların kişisel, ahlakî ve politik dönüşümleri ile ilgili felsefî sorgulamalara yönelirler. Bu eğilim, Marksist gelenekte kendini açıkça göstermektedir ("Filozoflar dünyayı sadece farklı biçimlerde yorumladılar, oysa ki asıl mesele onu değiştirmek.") ve ayrıcavaroluşçuluk ile postyapısalcı felsefenin odak noktasındadır.
  • Kıta felsefesinin son karakteristik özelliği ise meta-felsefe vurgusudur. Doğa bilimlerinin gelişim ve başarısının sonucunda Kıta filozofları sıklıkla, felsefenin yöntem ve doğasını yeniden bulmaya çalıştılar. Bu durum, Alman idealizmi veya fenomenoloji gibi bazı akımlarda felsefenin ilk, temel, birincil bilim olduğu yönündeki geleneksel görüşün gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koyarken; yorumsama, eleştirel teori veya yapısalcılık gibi diğer akımlarda, felsefenin indirgenemez biçimde kültürel ve uygulamalı bir sahayı incelediği düşüncesini yarattı. Kierkegaard, Nietzsche ve sonradan Heidegger ile Derrida gibi Kıta filozofları ise felsefî herhangi bir anlayışın, önceden belirlenmiş hedeflerine tutarlı olarak ulaşıp ulaşamayacağı kuşkusu duydular.
Sonuç olarak yukarıda anılan konular; şartlarla sınırlandırılıp şekillendirilmiş bilgi, deney ve hakikatin en doğru biçimde, deneysel sorgulamadan ziyade felsefî düşünce ile anlaşılacağı fikrine dayanan Kant felsefesinden gelmektedir.

Son dönem Anglo-Amerikan gelişmeleri
20. yüzyılın başlarından 1960'lı yıllara kadar kıta filozofları, bir kısmı Nietzsche ve Heidegger'in Alman Yahudi öğrencilerinden oluşan, işkenceden dolayı ve II. Dünya Savaşısonrasında Amerika Birleşik Devletleri'ne giden kıta filozoflarının varlığına rağmen yalnızca aralıklı olarak İngiliz ve Amerikan üniversitelerinde tartışıldı. Hannah Arendt, Leo Strauss,Theodor W. Adorno ve Walter Kaufmann, 1930'ların sonu ve 1940'ların başlarında gerçekleşen bu dalganın en bilinen isimleridir. Buna rağmen üniversitelerin felsefe bölümleri 1960'ların sonunda ve 1970'lerin başında kıta felsefesi dersleri açmışlardır. 1970 ve 80'lerde postmodernizmin yükselişiyle bazı İngiliz ve Amerikan filozoflar, kıta filozoflarının metod ve yargılarına daha belirgin biçimde karşı çıkmaya başladılar. Örneğin John Searle, "entelektüel zayıflığı" nedeniyle Derrida'nın yapısöküm düşüncesini eleştirdi. SonrasındaCambridge Üniversitesi tarafından kendisine onursal ünvan verilmesi de protesto edildi.
 

Benzer Konular

Haydar
Cevap
0
Görüntüleme
751
Haydar
doctorrr
  • Kilitli
Cevap
0
Görüntüleme
907
doctorrr
Marco Laren
Cevap
0
Görüntüleme
607
Marco Laren
x-scarface
Cevap
0
Görüntüleme
368
x-scarface
Haydar
Cevap
1
Görüntüleme
2K
hikmet366


Üst Alt