islam dininde paylaşımın önemi

Sponsorlu Bağlantılar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
yalnızkalp31

yalnızkalp31

Üye
    Konu Sahibi
islam dininde paylaşımın önemi
İslam Dininde Paylaşmanın Önemi - İslamda Paylaşma

 :evet::evet:
İslam Dininde Paylaşmanın Önemi - İslamda Paylaşma

Toplum varlığının sağlıklı ve huzurlu bir şekilde sürdürülebilmesi için toplumsal denge ve barışın bir şekilde sağlanması ve bireyler arasında duygusal gerilime yol açabilecek etkenlerin giderilmesi şarttır. Bir toplumda fakirlerin ve zenginlerin bulunması tabiidir. Ancak tabii olmayan, bunların birbirlerinin haklarını gözetmemeleridir. Niteliğ i her ne olursa olsun haklara riayet edilmemesi beraberinde toplumsal yapı lanmada huzursuzluk doğuracak maddi ve manevi çatış malar ı getirecektir. Bu itibarla zengin ve fakir arası ndaki ekonomik düzey farkının uçuruma dönüşmemesi, yani zenginin daha zengin, fakirin da ha fakir olması nın engellenmesi ve söz konusu olabilecek duygusal hatta fiziksel çatış manın önlenmesi toplumun buna bağ lı olarak da bireyin huzuru için kaçınılmazdır. Bu sebepledir ki Yüce Kitabı mız Kur'an-ı Kerim'de, söz konusu gerilimin potansiyel varlığı ima edilerek bunun engellenme ve giderilmesine yönelik düzenlemeler yapı lmıştır. Nitekim ideal/model mümin için kullanılan “muttaki” statüsündeki kimselerin özellikleri sıralanırken “ Onlar, varlı kta ve yoklukta Allah için infak ederler …” buyrulması, toplumun muhtaç kesimleriyle paylaşma özverisinin ne derece öneme sahip olduğunu vurgulaması açısından dikkat çekicidir.
Gerçek şu ki, İslam dini, başlangıçtan itibaren yoksulluk meselesi ile ilgilenmiş, mensuplarına, yoksulların durumlarını iyileştirmek üzere dini literatürdeki karşılığı her ne olursa olsun kimi mecburi, kimi ihtiyari bazı sorumluluklar yüklemiştir. Zenginlerin muhtaç akrabaya bakma (nafaka) mecburiyeti, komşu hakkı, kesintisiz hayırlar (sadaka-i câriye- vakıflar gibi), zekât, fitre ve kurban, bu ödevlerin başlıcalarıdır.
Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim ve gönüllerimizin sevgilisi Peygamberimizin hadislerinde, değişik vesilelerle Müslümanların Allah için infakta bulunmaları dini bir görev olarak dile getirilmektedir. “Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.” buyurularak, zenginin malında muhtaçların hakkı olduğu belirtilmek suretiyle zekât veya zorda kalan muhtaca yardım sadece zenginin insafına terk edilmemiş, onun bir lütuftan öte yerine getirilmesi gerekli bir görev olduğu vurgulanmıştır. Bir başka ayette de namaz kılan ve namazlarında daim olanların eline mal geçip, zengin olunca pintileşen ve cimrilik yapan kimseler olmadıkları belirtilerek, “Onların mallarında, isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanlar için belli bir hak bulunan kimselerdir.” buyrulmuştur . Bu eksende değerlendirildiğinde, muhtaç bir kimseye yardım etmenin sadece dini bir görev değil aynı zamanda bir insanlık vazifesi olduğu görülür.


Kur'ân-ı Kerim'in en çok üzerinde durduğu ve teşvik ettiği hususlardan biri, Allah'ın verdiği rızkın paylaşılmasıdır. Allah'ın verdiği rızkı muhtaç durumda olanlarla paylaşma, Müslüman'ın en önemli özelliklerinden biridir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin eğitim ve gözetiminde yetişen İslam'ın ilk kuşağı Sahabe, paylaşma ve yardımlaşmanın en güzel örneklerini vermişlerdir. Öyle ki Kurân-ı Kerim, onların bu örnek tutumunu övmektedir. Gönül dünyasında herkese yer veren Rahmet elçisi, yoksulları n geçimiyle bizzat ilgilenir, imkânları nispetinde onların bakımını sağlar, kendisinde yoksa diğer Müslümanları buna teşvik ederdi. Onun hayatına bakıldığında bu tür örneklerle karşılaşmak hiç de zor değildir. Ahlak numunesi Peygamber, insanlara sadece malını değil gönlünü de açmış, onunla birlikte olanın sadece gözü değil gönlü de doymuştur. Daha sonraki kuşaklar da Kur'ân ve Kutlu elçinin rahmet yüklü sözleri ekseninde şekillenen infak ruhunu, asırlar boyu canlı tutmuşlardır. Bu anlayışın tabii sonucu olarak, İslâm tarihinde toplumsal anlamda pek çok hayır kurumu oluşmuştur. Çok çeşitli alanlarda teşekkül eden yardımlaşma ve paylaşma zeminine oturan vakıflar bunun en güzel örneklerindendir.


Kur'ân-ı Kerim ve Sünnetteki özendirmelerin yanında, İslam'ın ilk kuşaklarından sonraki kuşaklara aktarılan paylaşma ve feragat örnekleri ve hatıraları, Müslümanlar arasında paylaşma ruh ve bilincini hep canlı tutmuştur. Bu yaklaşım, Müslümanlar arasında, kardeşini kendine tercih etme anlayışını ortaya koymuştur ki bundan daha öte bir yardımlaşma ve dayanışma örneği göstermek oldukça zordur. Gün geçtikçe yozlaşan değerler etkisi altındaki çağımız insanının, yardımlaşma ve dayanışma adına gurur abidesi olan bu tablolardan şüphesiz alacağı dersler vardır. Böylesi bir durumda bu tablolara bakan kimse, erdemi, paylaşımı, özveriyi, mala değil insana verilen değeri görecektir. Öyle ki, Medineli Sahabîler, sırf imanlarından dolayı, her şeylerini bırakarak Mekke'yi terk etmek zorunda kalan Mekkeli kardeşleri ile bütün imkanlarını paylaşmışlar ve bundan dolayı da ‘Ensar' (yardım edenler) adını almışlardır. Ensar, bu yardımı, çok zengin olduklarından değil Kur'ân'ın ifadesiyle, kardeşlerini kendilerine tercih ettikleri' için gerçekleştirmişlerdir. Bu anlayışın temeli, mal zenginliğine değil, iman ve gönül zenginliğine, Allah rızasını, mal sevgisine tercih etmeye, dahası sevdanın odağına Allah'ı koymaya dayanır. İslam'ın paylaşma ve dayanışma yaklaşımının özünü bu uygulamada somut bir biçimde görmek mümkündür.


Kur'ân-ı Kerim'de pek çok âyet-i kerimede paylaşma emredilir. Hatta Yüce Allah, verecek bir şeyi olmayanın muhtaç durumda olana gönül alıcı güzel sözler söylemesini dahi paylaşma bilinci kapsamında değerlendirir. Paylaşmayı emir ve tavsiye eden âyetler, paylaşma bilinci hususunda bazı ölçütler de ortaya koymuştur. Verenin Allah olduğunu hatırdan çıkarmama, paylaşmaya akrabalardan başlama, harcarken dengeli olma, saçıp savurmama, yoksullar, fakirler, yolda kalmışlar, özellikle muhtaç olmasına rağmen isteyemeyenlere verme şeklinde özetlenebilecek bu ölçütler, dengeli bir paylaşma bilincini önermektedir.

Şüphesiz belirli bir ömre sahip insan, çoğu zaman geriye dönüp baktığında sadece ah, keşke gibi sözlerle dile dökülen pişmanlıkları görür. Kur'an-ı Kerim bu hususu şöyle dile getirmektedir: “Herhangi birinize ölüm gelip de, “Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın .” Oysa bu sürecin sonlu olduğu bilinciyle her demini değerlendirmeye çalışan kimse, paylaşma bilinciyle infak sorumluluğunu yerine getirir.


Her konuda bizlerin en güzel örneği Peygamberimiz, infak ve paylaşma konusunda da hem sözleriyle, hem uygulamalarıyla bizlere örnek teşkil etmektedir. İnfak ve paylaşıma bir de onun rahmet dolu penceresinden bakalım;

“ Yarım hurma vermek suretiyle de olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz. Bunu da bulamayan, güzel bir söz ile kendisini korusun .”,

“ Ey âdemoğlu! İhtiyâcından fazla olan malını sadaka olarak vermen senin için iyi; vermemen kötüdür. İhtiyacına yetecek kadarını elinde tutmandan dolayı ayıplanmazsın. İyiliğe, geçimini üstlendiklerinden başla …”,

“ Kim, helâl kazancından bir hurma kadar sadaka verirse, – ki Allah, helâlden başkasını kabul etmez – Allah o sadakayı kabul eder. Sonra onu dağ gibi oluncaya kadar, herhangi birinizin tayını büyüttüğü gibi, sahibi adına ihtimamla büyütür . ”,

“Her Allah'ı n günü iki melek iner. Bunlardan biri; Allah'ım! Malını verene yenisini ver! diye dua eder. Diğeri de ;Allah'ım! Cimrilik edenin malını yok et! Diye beddua eder." ( Buhârî, Zekât 27; Müslim, Zekât 57)

“Cimri ile cömerdin durumu, göğüsleri ile köprücük kemikleri arasına zırh giyinmiş iki kişinin durumuna benzer. Cömert, sadaka verdikce, üzerindeki zırh genişler, uzar, ayak parmaklarını örter ve ayak izlerini siler. Cimri ise, bir şey vermek istediğinde zırhın halkaları birbirine iyice geçer, onu sıkıştırır; genişletmek için ne kadar çalışsa da başaramaz. ” (Buhârî, Zekât 28 Müslim, Zekât 76–77)

Bu ve benzeri pek çok hadisi ile Peygamber (s.a.s.), müminleri sahip oldukları mallardan Allah yolunda infaka başka bir deyişle harcamaya teşvik etmiştir. O (a.s.), bu konuda sadece sözleriyle değil aynı zamanda her hususta olduğu gibi yaşam biçimiyle de müminlere örnek olmuştur.

Allah'ın Peygamberi, hiçbir zaman mal biriktirme sevdasıyla yaşamamış, ömrünü bu yolda tüketmemiştir. O'nun evinde bazen açlığını giderecek derecede herhangi bir yiyeceğin dahi bulunmadığı, açlık sebebiyle zaman zaman uyuyamadığı nakledilmektedir
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...


Üst Alt