Alevi toplumunun Din kitabı da her Müslümanın olduğu gibi Kuran'dır. Alevilerle Sünnileri bu konuda ayıran tek şey, Kuran'dan ne anlaşıldığı üzerinedir. Aleviler Kuran'ı 7. yüzyılla sınırlı bir kitap olarak değil, bütün insanlara doğru yolu gösterebilecek bir kılavuz olarak görürler. Sünni anlayışta Kuran, emirler, yasaklar, cezalarla dolu bir kutsal kitap gibi sunulur. Alevi anlayışta Kuran ise kişinin gerçeğe ulaşmasında bir kılavuzdur. Kuran, insanoğlunun bilgi birikiminin o dönemdeki bir sonucudur. Kaynağı ilahidir ama Hazreti Muhammed'in aklı, bilinci, duyguları ile ilişkili olarak insanlığa sunulmuştur.
Alevi inancına göre, Kuran'ın görünür (şekli) anlamının ötesinde, bir de iç anlamı vardır. Asıl önemli olan işte bu özdür. Bu öz, insanlığa verilen genel ve olumlu bir mesajdır.
Canlı Kuran
Bilindiği gibi Hazreti Ali, devlet başkanı olunca Şam Valisi Muaviye ona karşı isyan etmişti. Yenileceğini anlayan Muaviye, Kuran yapraklarını mızrakların ucuna takıp Ali askerlerine karşı uzatmış, 'Aramızda Kuran hakem olsun' demişlerdi. Hazreti Ali bu hile karşısında askerlerine dedi ki:
'Ey insanlar! Biliniz ki bu bir oyundur, inanmayın. Eğer Kuran'a saygı duyacaksanız, biliniz ki Kuran, mızrakların ucundaki sayfalar değildir. Bakın, ben burada gerçek Kuranı temsil ediyorum. Konuşan Kuran'ı bırakıp mızrak ucundaki kağıtlara teslim olmayın.'
Hazreti Ali, bu sözleri ile Kuran'ın şekilden (harf, yazı, kağıt, kitap) ibaret olmadığını, aslının anlam olduğunu vurguluyor ve Kuran'a yeni bir yorum getiriyordu.
Tanık Büyüktür
Aleviliğin özünde Kuran-ı Kerim'in insancıl ve toplumcu yorumu bulunur. Alevilerin Kuran'a bağlılıklarını Anadolu Alevilerinin en az 500 senedir kılavuz olarak kullandıkları Buyruklar açıkça gösterir. Alevilerin din bilgisi kitabı olan Buyruk'ta Alevi kitleye önderlik eden pir ve rehber anlatılırken deniliyor ki:
Pir ve rehberin kesinlikle Kuran'ı okuyup yazması gerekir. Şeriatta okuryazar olmayan müftü görülür mü? Tanrı'nın gönderdiği kitabı (Kuran ve diğer kutsal metinler) bilmeyen, Tanrı'yı nasıl bilebilir. İnsanlar doğuştan bilgi sahibi olsalardı, Tanrı, peygamberlere kitap göndermezdi. Kitapsız (Kuran'sız) pir, şeytandır. Talipler ise pire bağlıdır. Bu nedenle, taliplerin böyle cahil pirlerin izlerinden gitmemeleri ve sözlerine itibar etmemeleri gerekir. Kimi pirler, Aktan okurum, karayı bilmem' diyerek okuryazarlığı küçümserler. Böyle söyleyen pir, Kuran'ı inkar etmiş demektir. Pir (dede), Muhammed'e inen Kuran'da buyrulanlara göre hükmedip Hakk'ı Hak etti ise ne mutlu ona. O zaman Tanrı, 'Gel, sevabını al! Sen hesabını önce dünyada vermişsin.' deyip o piri cennete alacaktır.
İbadette Kuran
Alevilerin namazı sayılan cem töreni sırasında yeri geldiğinde Fatiha Suresinin tümü ve Kuran'ın başka ayetleri de okunur. Bu ayetler genellikle şu surelerden okunur: Bakara, Necm, Furkan, Al-i İmran, Kehf, Tahrim, Yusuf, Hacc, Haşr, Münafıkın, Talak, Feth, Maide, Araf, Saffet, Nur...
Pir veya mürşid (dede) yeri geldiğinde konuşmasını, başka surelerden ayetlerle pekiştirir ve başka duaları da sık sık okur.
Alevi edebiyatının büyük bölümü dinsel niteliklidir. Kuran, bu edebiyatın sembollerinin oluşmasında ciddi katkıda bulunmuştur. Ayetlerin dizelere serpiştirildiği Alevi edebiyatı Kuran ile derinlik kazanmıştır.
Namaz
İslam dini, insanlığı daha uygar bir hayat düzeyine getirmek için oluşturulan kurallar bütünüdür. Bu amaca ulaşmada, insanlığın Tanrı önünde düzene sokulması gerekli olmuştur. İbadetler de bu amaçla farz kılınmıştır.
Tanrı tektir ama insanoğlunun ona ulaşmak için kullandığı yollar, yöntemler pek bol, pek çeşitlidir. Bu yüzden Tanrı'ya giden her yol haktır, doğrudur, saygındır.
Geçmiş çağlarda aynı Tanrı'ya inanan insanlar, sadece tapınma biçimindeki farklılıklar yüzünden birbirlerine düşman edilmişlerdir. Bu işi de yönetici egemenler düzenlemiştir. Böylece halklar savaşa sürülmüş, düşmanlıklar körüklenmiş; peşinden yağmalar, kırımlar, felaketler yaşanmıştır.
Dinler arasındaki bu savaşlar zamanla dinlerin içine de yayılmıştır. İslam tarihi mezhep ayrılıkları yüzünden yaşanan felaketlerle doludur.
Halbuki temel olan, 'Allaha, onun peygamberine ve kitabına, bir de hesap gününe (ahirete)' inanmaktır. Bunun dışındaki şartlar, kişiyle Allah arasındadır.
Halbuki İslamda geçmişte ayrıntılar özün yerine geçirildi. Yunus Emre'nin deyişiyle, 'Peygamber yerine geçen hocalar / Bu halkın başına zahmetli oldu.'
Temel Hedef
Alevilerin çoğunluğu camide namaz kılmazlar. Buna bakan Sünni Müslümanlar, onları Müslümanlığın dışında görmek isterler. Halbuki Müslümanlığın temel ölçüsü, camide namaz kılmak değildir. O, ibadetlerden yalnızca birisidir. Temel olan, Kuran'ın da belirttiği gibi, 'Nefsini terbiye etmek ve insanlığa hayırlı işler yapmaktır.'
Öte yandan, Aleviler, kendi inançlarına göre namaz da kılarlar. Bu namaza halka namazı denilir. Cem töreni, kısaca bu namazın yerine getirildiği uzun bir törendir. Aleviler bu törende halka halinde oturup secde ederler ve dualar okurlar.
Yunus Emre Diyorki
Büyük ozanımız Yunus Emrenin şiirleri bunu açıkça gösterir. O der ki: 'Abdestimiz, namazımız; doğruluktur taatımız.' Yunus Emre, 700 sene önce asıl ibadetin doğruluk olduğunu vurguluyor. Bu büyük ozan namaz konusunda yine diyor ki:
'Zahir suya banmadan
El ayak depremden
Baş secdeye inmeden
Kılınır namazımız.'
Yunus yukarıda, Allahı yürekten anışın en büyük ibadet olduğunu vurguluyor. Bu yüzden de o ibadetin şekline değil özüne dikkat edilmesini istiyor. Bunu da 'Oruç, namaz, gusül, Hac / Hicabdır âşıklara' diyerek izah ediyor. Burada, söz konusu ibadetlerin reddi değil, onu aşan bir dindarlık söz konusudur. Alevi inanç dokusunu Yunus Emre'nin bu yaklaşımı belirlemektedir.
Asıl Namaz 'Salattır
Kuran'da namaz diye bir kelime yoktur. Bunun yerine salat' geçer. Salat, genel anlamda, Allah'ı yürekten duymak ve anmaktır. Bunun gösterilişi de onun önünde eğilmektir. Bu tapınma biçimi Sünni Müslümanlar ve Alevi Müslümanlar tarafından değişik biçimlerde yapılır. Aleviler, cemde dua edip secdeye vararak salatı yerine getirmiş olurlar.
Allah - Muhammed-Ali
'Canım kurban olsun senin yoluna Adı güzel, kendi güzel Muhammed' (Teslim Abdal)
Aleviler için Peygamberimiz Hz. Muhammed hem bir peygamber hem de çok kutlu bir zattır. Onun sıradan bir insan olmadığına, Alemlerin rahmeti olduğuna inanılır. Alem yaratılmadan önce Muhammed ile Ali'nin nurunun yaratıldığı kabul edilir.
Muhammed-Ali yolu olan İslamda önce dinin banisi peygamberimiz, sonra müminlerin Velisi kabul edilen Ali anılır. Ve İslamda kutsallık, yukarıdan aşağıya doğru, Allah, Muhammed, Ali diye sıralanır. Bu sıralama gülbenklere de girmiştir. Ali'nin peygamberden üstün tutulduğu biçimindeki bir yaklaşımın Alevilikle ilgisi yoktur ve Alevilere atılmış bir iftiradır. Peygamberin makamı nübüvvet makamı olup o Kuran'ı tebliğ etmiştir. Ali'nin makamı ise velayet makamı olup, o tebliğ edilen Kuran'ın hakiki anlamını müminlere açmakla görevli sayılmıştır.
Velinin varlık sebebi, nebi olmuştur. Alevilerin cem töreninde okudukları şu miraçlama bunu gösterir.
'Ali bizim Şahımız
Kabe, kıblegahımız
Miracdaki Peygamber
O bizim padişahımız.'
Görüldüğü gibi Alevilikte her zaman peygamber önde, Ali ondan sonradır. Bunun dışındaki anlatımlar Aleviliği bilmemekten veya Aleviliğe iftiradan kaynaklanan yanlış yaklaşımlardır.